
Aslıhan Gürbüz Sevim
Podcast de Avukat Aslıhan Gürbüz Sevim
Podcast by Avukat Aslıhan Gürbüz Sevim
Empieza 7 días de prueba
$99.00 / mes después de la prueba.Cancela cuando quieras.
Todos los episodios
8 episodios
Mirasta Resmi Defter Tutulması Miras hukukuna hâkim olan küllî hâlefiyet ilkesi gereğince, miras bırakanın ölümüyle birlikte geride kalan mirasçılar herhangi bir hukukî işlem, eylem veya mahkeme kararına gerek kalmaksızın terekeyi (mirasçıdan kalan malvarlığını) borçlar ve alacaklarıyla birlikte bir bütün olarak kazanmaktadır. Bu kazanma dolayısıyla mirasçıların kendilerine ait malvarlıkları ile miras yoluyla intikal eden malvarlığı mirasçıya ait tek bir malvarlığını oluşturmaktadır. Oysa, henüz mirasla ilgili kabul anlamına gelecek bir işlem yapmayan, yani malvarlığından herhangi bir biçimde yararlanmayan mirasçı, usulüne uygun şekilde, kendisine miras kalan malvarlığının defterinin tutulmasını sulh hukuk mahkemesinden isteyebilir ve şahsi malvarlığı ile sorumluluktan kurtulabilir. Türk Medeni Kanununun 619. maddesine göre; “Mirası reddetmeye hakkı olan her mirasçı, terekenin resmi defterinin tutulmasının isteyebilir. Defter tutma, mirasın reddine ilişkin usule uyulmak suretiyle bir ay içinden sulh hakiminden istenir. Mirasçılardan birinin defter tutma istemi diğerleri hakkında da etkili olur.” Bazen miras bırakanın malvarlığı, açık ve kesin bir durum ifade etmez. Başka bir deyişle, terekenin, borca batık olup olmadığı anlaşılabilir durumda olmayabilir. Bu hallerde mirasçı, mirası reddetme hakkını kullanıp kullanmamakta tereddüde düşecektir. İşte bu haklı şüphe karşısında kabul veya red konusunda güvenli bir karara varmasını sağlamak için, terekenin defterinin tutulması öngörülmüştür. Mirasta defter tutulmasını istemek ne işe yarar? Bu yolla mirasçı, bilinçli olarak mirası red hakkını kullanarak, tereke borçlarından şahsî mal varlığı ile sorumlu olmaktan kurtulabilecektir. Mirasçı eğer isterse, mahkeme tutulan deftere göre mirası kabul edebilir. Bu durumda, terekeden borçlar ödendikten sonra, geriye kalanı almak hakkını kazanır. Resmi defter tutulması devam ettiği sürece miras bırakanın borçları için icra takibi yapılamaz, yapılmakta olan icra takibi durur, bu süre içinde zamanaşımı işlemez. Acele haller dışında, davalara devam edilemeyeceği gibi, yeni dava da açılamaz. (Türk Medeni Kanunu m.625) Defter tutma isteminden sonra yapılan icra takipleri iptal edilir.

Seri Muhakeme Usulü Ceza Muhakemesi Kanunu’nda 2019 yılında yapılan değişikliklerle, ceza yargılamasına Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 250. maddesi olarak, “seri muhakeme usulü” adı altında yeni bir usul eklenmiştir. Söz konusu düzenlemeyi, istisnai nitelikte özel bir ceza muhakemesi yolu olarak tanımlamak mümkündür. Bu muhakeme usulü ile amaçlanan, İspatı kolay olan, önem derecesi düşük değerlendirilen suçlara ilişkin uyuşmazlıkların hızlı, doğru ve etkili bir şekilde çözülmesi, İşlenen suçlara kısa sürede orantılı ve etkili karşılık verilmesi, Belirli bir önem derecesinin altındaki sınırlı suçlarda muhakeme sürecinin formalitelerden arındırılması, basitleştirilmesi ve kısaltılması, Kazanılan mali kaynak, emek ve zamanın ise, daha ağır nitelikteki suçların soruşturulması ve kovuşturmasına ayrılarak adil bir yargılamanın sağlanmasıdır. Seri muhakeme usulü, kanunda gösterilen belirli suçlarla ilgili uygulama alanı bulur. Bunlardan en sık karşılaşılanları, trafik güvenliğini tehlikeye sokma (örneğin alkollü araç kullanma), 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanuna muhalefet (ruhsatsız silah bulundurma gibi) ispatı daha kolay suçlara ilişkindir. Suçun işlendiğine dair yeterli şüphe varsa, şüpheli çocuk, sağır, dilsiz ya da akıl hastası değilse, suça iştirak eden birden fazla şüpheli varsa, tüm şüphelilerin kabulü halinde ve şüpheliye ulaşılabildiğinde uygulama alanı bulan, adı üzerinde seri (hızlı şekilde) sonlanan bir usul olarak karşımıza çıkmaktadır. Uzlaşma ve ön ödeme kapsamındaki suçlar seri muhakeme usulü kapsamında kabul edilmez. Savcılık tarafından, kovuşturmaya yer olmadığına karar verilecekse ya da soruşturma aşamasında elde edilen delillerden dava açılmasının ertelenmesi kararı verilmesi mümkünse, seri muhakeme usulüne başvurulamaz. Dava açmak için yeterli şüphe oluşmuşsa, savcılık tarafından ceza teklifinde bulunulmak üzere şüpheli resmi tebligatla savcılığa çağrılır.

Bu blogu oluşturma amacım, belli uyuşmazlık ya da sorunlar üzerine, yasal durumu anlatmak ve çözüm yollarını ortaya koymak olduğu kadar, hukukun genel ilkelerinin nasıl oluştuğunu, Roma Hukukunun neden önemli olduğunu, her dönem geçerliliğini koruyan tespitleri, okuduğum hukuk kitapları üzerine incelemeleri de içeren hukukun genel değerleri üzerine de bir şeyler yazmak. Bazen bu durum, başka şeyler araştırırken birden karşınıza çıkıveriyor. Anayasaya uygunluk denetimiyle ilgili tarihi bazı notları yazmak da hiç aklımda yokken böyle başladı. Aslında blokta yayınladığım yazılarla ilgili alıntı yapılması halinde yazar adı ve sitenin belirtilmesiyle ilgili nasıl bir not yazmalıyım diye araştırma yaparken, Prof.Dr.Kemal GÖZLER’in bir davası üzerine, kendi yayınladığı “Gözler v. Çağlayan Davası Gözlemler ve Eleştiriler” kitabında, bugüne kadar en çok atıf yapılan yargı kararlarından biri olma özelliğini taşıyan Marbury v. Madison davası karşıma çıktı. Anayasaya uygunluk denetiminin tarihte ilk kez karşımıza çıktığı karar, Marbury v. Madison kararıdır. 1800’lü yılların başında, Amerikan Başkanlık seçimlerini Thomas Jefferson kazanır. Ancak başkanlığı devredecek olan John Adams, görevini bırakmadan önce Adliye Yasasını onaylar ve bir gece yarısı hakim atamalarını imzalar. Ama atama kararlarından bazıları hakimlerin kendilerine tebliğ edilmez. Thomas Jefferson başkanlığa geçince bu tebliğlerin gönderilmemesini ister. Hakim atamalarının geçerli olması için gerekli olan tebliğ süreci tamamlanamaz. Bu hakimlerden biri olan William Marbury, yürürlükteki Adliye Yasası’na dayanarak, ABD Yüksek Mahkemesi’ne ilk derece mahkemesi sıfatıyla, kendisine tebliğin gönderilmesinin sağlanması için dava açar. Yüksek Mahkeme, bu aşamada Senato’dan geçen ve dönemin başkanı tarafından onaylanan yasanın Anayasaya aykırılığı nedeniyle davayı reddeder. Bu durum tarihte ilk kez Anayasanın üstünlüğünün ortaya konulduğu karardır. Hukuk tarihinde bir dönüm noktasıdır. Kararın gerekçesinden alıntılar şöyledir;

Kat mülkiyeti sahiplerinin aralarında çıkan anlaşmazlıkların çözümlenmesinde zaman zaman hakimin müdahalesine ihtiyaç duyulabilir. Kat malikleri pek çok kez ortak giderlere katılma, ortak yerlerin kulanılması, ana gayrimenkulun korunması ya da ana gayrimenkulde yapılması yasaklı olan Kat Mülkiyeti Kanunu 24. maddedeki hükümlerine aykırı olarak davranma gibi konularda aralarında uyuşmazlık çıktığında, kendileri çözüme ulaşamadıkları takdirde, hakim müdahalesine ihtiyaç duyulmaktadır. Bu husus 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunun 33. Maddesinde aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir:

Anayasa Mahkemesi 8.12.2011 tarihli 2010/119 E., 2011/165 K. sayılı kararı ile 2525 sayılı Soyadı Kanunu’nun 4. maddesindeki şu cümleyi iptal etti; “Evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği adı alır.”. Bu iptal kararının sonucunda çocuğun annesinin soyadını alabilmesinin yolu açıldı. Anayasa Mahkemesi, kadın ve erkeğin evlilik süresince ve evliliğin sona ermesinde, eşit hak ve sorumluluklara sahip olmaları gerektiğini belirtmiştir. Bu kapsamda, erkeğe velayet hakkı kapsamında tanınan çocuğun soyadını seçme hakkının, kadına tanınmamasının, velayet hakkının kullanılması bakımından cinsiyete göre ayrım yapılması sonucunu doğuracağını ifade ederek, Soyadı Kanununda geçen yukarıdaki cümleyi, Anayasa’nın 10. maddesine ve 41. maddesine aykırı bulmuştur.
Empieza 7 días de prueba
$99.00 / mes después de la prueba.Cancela cuando quieras.
Podcasts exclusivos
Sin anuncios
Podcast gratuitos
Audiolibros
20 horas / mes